Üniversite öğrencilerine 5 tavsiye

Üniversite yılları ne çabuk geçti ve benim için üniversite hayatımın en güzel anılarını biriktirdiğim yerdi. Hem çok çalıştım, hem çok gezdim, hem çok eğlendim.

Birazdan okuyacağınız rehber üniversite hayatımda yapmış olmaktan en mutlu olduğum şeyleri içeriyor. Bunu 2014 senesinde, eski blogumda yazmıştım, ama hala benzer duyguları taşıyorum. Umarım genç kardeşlerime faydalı olur.

1. Kulüplere katılın.

Ne yapın, edin, bir kulübe katılın. Kendi üniversitenizde yoksa aynı şehirde başka üniversitelere gidin, en az bir ilgi alanınız mutlaka olsun. Ben 4 senede halkbilimi, klasik gitar, çevre, arkeoloji, bazen de sendika toplantıları olmak üzere bir sürü topluluğa katıldım. Bölüm arkadaşlarımdan çok buradaki insanlarla vakit geçirdim ve bu insanlar  siyasete, edebiyata, hayata bakış açımı, kısacası hayatımı, değiştirdi. Beni daha sosyal ve kendimi çok daha iyi ifade eden bir insan yaptılar.

Eğer üniversitenizde kulüpler çok yaygın değilse, mümkün olduğu kadar farklı insanı tanıyıp farklı ortamlara girip çıkmanızı tavsiye edebilirim size. Aslında bu yüzden de büyük bir üniversiteye gitmek çok önemli oluyor. İzmir’de doğdum, büyüdüm, ama Ankara’da kendimi tanıdım. Egeli olmak her ne kadar büyük bir şans da olsa, seninle aynı tecrübelere, aynı etnik gruba ve hayat anlayışına sahip insanlarla büyüyorsun. E bir de aynı şehirde üniversiteye gidersen dış dünyayı tanıma şansın çok düşük oluyor. Çünkü tezatları görmeden insan kendini anlayamıyor. Üniversitede tanıdığım insanlar benim ufkumu çok açtı, ülkemizdeki kültür çeşitliliğini birinci elden görme imkanı verdi bana.

2. Gezin.

Gönül isterdi ki interrail ya da work&travel yapayım, ama ekonomik durumum yurtdışı gezilerine el vermedi. Ben de, birçok şehre bazen araştırma yapmaya, bazen arkeolojik geziye, bazen konferanslara gittim. Okul çoğu zaman ödenek verdiği için gezilerimiz neredeyse bedavaya geliyordu ve keşke fırsatım olsaydı da daha çok yere gitseydim diyorum. Çalışma hayatı başlayınca, 2 günlük bir geziyi planlamak bile hem ekonomik açıdan zor oluyor, hem de insanda iş yorgunluğundan bir yeri gezip görecek enerji kalmıyor. Üniversiteyle ilgili en çok özlediklerimden biri bu geziler.

3. Kitap okuyun, film seyredin.

Öğrenciyken okuduğum kitaplar ve izlediğim filmlerin meyvesini topluyorum hala. İşten geldiğimde kafam bazen öyle dolu oluyor ki (o da eğer eve iş getirmediysem), zaten okuduğumu ve izlediğimi dahi anlamıyorum. İlla satın da almanız gerekmiyor. Kütüphaneyi kullanmaktan korkmayın, mezun olup da hala kütüphaneye gitmemiş insanlar tanıdım ki okuduğum üniversitenin kütüphanesi milli kütüphaneye yakın bir arşive sahip. Filme gelince, önünüze geleni izleyin, film izlemenin ayrı bir deneyim olduğu görüşündeyim. Torrenti kullanmaktan çekinmeyin, ben her gün bir film izlerdim öğrenciyken.(bu kadar şeye nasıl vakit buluyormuşum ben de bilmiyorum)

4. Fazla inek olmayın, yeri gelince eğlenmeyi bilin 🙂

Bu tavsiye bir inekten geliyor 😀

İnsana eğlencenin en tatlı geldiği zamanlar üniversite zamanları. Çalışmaya başlayınca bir bira bile eğlence değil ihtiyaç oluyor. Sinirlerinin gevşemesi için içiyorsun. Sadece eğlenmeye, dans etmeye giden, gece 2ye kadar dans eden kızla ben aynı kişi miyim, diyorum bazen. Cuma gecesi bile olsa ertesi gün beni bekleyen sorumlulukları düşünüp 12 olmadan eve geliyorum ki çok geç kalkmayayım, yapmam gerekenleri yapayım. İş hayatı çok sıkıcı dostlar.

5. Kendinizi ilişkilere çok kaptırmayın 🙂

Bu da benim naçizane tavsiyem; etrafımdaki üniversite çiftlerine baktığımda, bu kadar şey yapıp da iyi bir ortalamayla nasıl mezun olabildiğimi daha iyi anlıyorum. Benim hiç uzun süreli ilişkim olmadı üniversitede. Olanların da (çoğunun- her çifte haksızlık etmeyelim) tüm üniversite hayatı bir çift olarak geçti. Farklı bölümlerdekiler birbirlerinin dersine bile girerdi, yurdun kantininde beraber kahvaltı yaparlar, kız kıza buluşmalarımızda bile birbirinden ayrılamayan çiftler olurdu. Ve bu çiftlerin genelde arkadaş çevresi aynı olduğundan ayrıldıklarında kendilerini bir hiç gibi hissederlerdi, boşluğa düşerlerdi, biz de hangi tarafta olacağımızı bilemezdik. Örneğin gezilere çift olarak gelirlerdi, sonra kavga eder gezinin yarısını bize de zehir ederlerdi. Kimse için genelleme yapamasam da, kendi arkadaşlarıma baktığımda üniversitede sevgili olanların %90’ı mezun olunca ilişkiyi bitirmek zorunda kaldı. Ve ben üniversiteyi (ve kısa süreli takıldığım çocukları bile) sevgiyle anmama rağmen bazı arkadaşlarım için üniversite acı bir anı haline geldi.

Mümkünse rahat takılın, birbirinize tutamayacağınız ve çok uzak gelecekle ilgili sözler vermeyin. Bakarsınız üniversite sevgilinizle evlenirsiniz, hoş olur. Ama bunun kural değil, istisna olduğunu bilin. İlişkiniz dışında da bir sosyal çevreniz olsun mutlaka.

dipnot: yine belirteyim, bunlar şahsıma özel, çürütülebilir. Ancak üniversiteye özellikle yeni başlayacakların faydalanacağını düşünüyorum.

Minimalizm ve Sade Yaşam Aynı Şey Mi? [Minimalizmin Yokluk Duygusuyla İlişkisi]

Minimalizm ve sade yaşam çok karıştırılan iki kavram. Aslında sade yaşam (ya da basit yaşam) daha genel bir kavram, ama sade yaşayan bir insan minimalist olmayabilir.

Peter Syme- from Unsplash

Yokluk zamanları, savaşlar, halkın yöneten kesimden çok daha fakir olduğu zamanları düşünelim. Çok değil, birkaç yüz yıl önceye kadar, insanlık zaten çok sade bir hayat yaşıyordu. Küçücük evlerde, sadece kıt kanaat geçinerek. Ama buna tam olarak minimalizm dememiz mümkün değil, çünkü seçim hakları yoktu. Para ve kaynakları yoktu, bu yüzden öyle yaşıyorlardı.

Fakat iki dünya savaşı sonrası başlayan, seri üretimle gelen tüketim çağının başlarında gördük ki, insanlara seçim hakkı verildiğinde çoğu satın almayı, istiflemeyi, hatta ellerinde olmayan paraları harcayıp ev, araba almayı tercih ettiler. Türkiye’de de 80li yıllarda başlayan ve günümüzde kontrolden çıkmış tüketim çılgınlığına bakınca görüyoruz ki, bu basit yaşamı kendi seçmemiş, ve bundan memnun olmayan birçok kişi “Param varsa harcarım” anlayışına uygun hareket edip neden para harcadığını hiç düşünmemiş.

Bana göre bu da gösteriyor ki, aslında para yokken hakim olan yokluk bilinci, aslında paraya sahip olduktan sonra da değişmeden gelmiş. İçimizdeki bu boşluğu, yoksunluğu para ile, alışveriş ile, dekorasyon dergilerinden çıkmış gibi bir ev ile,moda ile kapatmaya çalışıyoruz.

Bu yüzden aslında bazen sosyal medyada gördüğüm, “param yok, zaten minimalist bir hayat yaşıyorum” ya da ” atalarımız zaten kendiliğinden minimalistmiş” gibi önermelere katılmıyorum. Bence minimalizm böyle bir şey değil. Paran ya da imkanın yoksa harcamazsın, ama mecbur olduğundan. Bunu söyleyen bir insan para kazandığında pekala har vurup harman savuran birine dönüşebilir.

Minimalizm bir seçimdir. Yokluk duygusundan kurtulup, şüküre ve kabule geçmektir. Bu yüzden benim gözümde az para kazanıp, ama ona şükreden ve daha fazlasına ihtiyacı olmayan insanla, çok para kazanıp, yine şükreden ve daha fazla para harcamaya gerek olmadığını anlayan insan aynı yerde. Bakış açısını yokluktan şükre ve varlığa çevirmek hem kişisel olarak, hem insanlık olarak uzun bir süreç, ama kendimizden başlayabiliriz 🙂

Bu konudaki videomu izlemek isterseniz aşağıya bırakıyorum.

Diğer mecralarda Minimalist Günlüğü takip etmek isterseniz:
YouTube, instagram, Facebook

Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı- Mental Minimalizm

Bu haftanın videosunda da mental minimalizmden konuşmaya devam ediyoruz.

Yeni okuduğum “Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı” kitabını inceledim.

Yazarın, “bir şeyleri kafaya takmamak imkansız, o zaman bize değer katacak olan şeyleri seçip onlara odaklanalım” önermesini ben pek beğendim. Siz ne dersiniz?

Minimalist Günlüğü diğer mecralarda takip etmek isterseniz: 
YouTubeinstagramFacebook

Mental Minimalizm- Zihnimizde Sadeleşmek

Bu hafta mental minimalizmi, yani zihnimizi temizlemeyi, zihinde sadeleşmeyi dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Uzun zamandır konuşmak istediğim bir konuydu ama nereden başlayacağımı bilemiyordum. Louise Hay’in You Can Heal Your Life kitabı bu konuda bana yol gösterici oldu.

Bu konuda daha fazla okumak isterseniz, blogdaki bilinçli farkındalık üzerine diğer yazılara göz atabilirsiniz:

https://minimalistgunluk.com/tag/bilincli-farkindalik/

Bilinçli alişveriş için 5 ipucu- minimalist alişveriş [Video]

Geçen hafta ilk parçasını yayınladığım Para Biriktirmek İçin 5 Yöntem videosunun bu hafta ikinci kısmı geliyor, Bilinçli Alışveriş İçin 5 İpucu.

“Nasıl para biriktiririm?” “Nasıl tasarruf yaparım?” “Nasıl daha bilinçli alışveriş yapabilirim?” “Kendimi mahrum etmeden borçlardan nasıl kurtulurum?” sorularının cevabını bu videoda bulabilirsiniz.

Geçen haftanın videosu burada.

Videoda bahsettiğim ipuçlarını ise buradaki blog yazımda da bulabilirsiniz.

Yeni videolardan haberdar olmak için buradan abone olabilirsiniz 🙂

Bir Minimalistin Gözünden, Para Biriktirmek

Bu haftanın videosu para biriktirmek üzerine. Para biriktirmek ve varsa borçlarınızı kapatmak üzerine etkili beş yöntem paylaşıyorum sizlerle.

Minimalist yaşamak, benim için hem kaliteli hem de tutumlu yaşamak anlamına geliyor. Kaliteli derken, hem zamanı kaliteli geçirmek, hem de kaliteli ürünlere para harcamayı kast ediyorum. Eğer paramızı neye harcayacağımızı bilirsek, önceliklerimizi doğru belirlersek, çok az para da kazansak, o para bereketlenir, çoğalır.

Umarım bu videodaki ipuçları size de yardımcı olur 🙂 Yazı olarak okumak ya da not almak isterseniz de Para Biriktirmek İçin Beş İpucu adlı yazıma göz atabilirsiniz.

Videodaki yöntemlerden birini halihazırda uyguluyor musunuz? Peki sizin para biriktirme yöntemleriniz neler? Yorumlarınızı bekliyorum.

Koleksiyonlar, İstifçilik ve Minimalizm

Bu aralar koleksiyonlar ve istifçilik üzerine epey okudum, sohbet ettim, soruşturdum 🙂 Hala beni düşündüren çok nokta var ama, bizim koleksiyon anlayışımız ile, küratörlerin koleksiyon anlayışı arasındaki farkları, ve negatif boşluk olayını öğrenmek bakış açımı çok değiştirdi.

Öğrendiklerimi yeni videoda anlattım. Buyrunuz:

Sevgiler 🙂

İsveç Ölüm Temizliği ve İsveç’te Minimalizm [Video]

Herkese merhaba!
Bu videoda, “The Gentle Art of Swedish Death Cleaning” adlı kitabı inceledim. İsveç seyahatimizden ve İsveç’teki minimalizm anlayışından da bahsettim biraz.

İsveç ölüm temizliği ile ilgili daha önce de yazmıştım, buradan okuyabilirsiniz.

Ayrıca yine bir İsveç konsepti olan Lagom’dan da bu yazıda bahsettim.

Minimalist Günlük’ü instagram’da takip etmek isterseniz de böyle alalım: https://www.instagram.com/minimalistgunluk/

Sevgiler,
Pelin

52 Küçük Değişiklik Son Hafta: Değerlendirme :)

Bir yıl önce, 52 Small Changes for the Mind (Zihin İçin 52 Küçük Değişiklik) kitabını okuyup, her hafta kitaptan bir değişiklik yapmaya karar vermiştim. Bu bir yıla aynı zamanda 3 ülke ve 3,5 iş sığdırdım (7 ayı Singapur’da, bir ayı Türkiye’de, son 4 ay ise Avustralya’da geçti). Mayıs 2018’den Mayıs 2019’a, hem kendi üzerimde değişiklikler yapmaya çabaladığım, hem de hayatımda değişikliklerin eksik olmadığı bir yıl oldu.

Günlük yazmayla başladım bu değişiklikler yılına. Bir buçuk defter bitirdim bu bir yılda, ama kesinlikle daha fazla yazabilirdim. Bazen de bloga yazmak günlük tutmama engel oldu, çünkü aynı şeyi iki defa yazmak istemedim zaman zaman. Günlük yazmayı hala öğreniyorum, hala duygularımla barışmayı ve onları kelimeye dökmeyi öğreniyorum. Bu konuda kat edecek çok yolum var.

İkinci hafta müzik dinleme üzerineydi. Burada da fark ettim ki hep aynı müzikleri dinliyorum ve yeni müziklere pek şans vermiyorum. Genellikle 2000ler alternative rock Son bir senede daha çok jazz ve R’nB ‘yi hayatıma katmaya çalıştım. Son zamanların en çok sevdiğim şarkısı ise Sting ve Shaggy’nin Just One Lifetime şarkısı oldu.

Life a the greatest gift given to humanity
Surround yourself with a lot of positive energy 🙂

Planlama hayatta en kötü olduğum anlardan biriydi. Planlama ile ilgili de bir sürü küçük değişiklik yaptım, ama gördüm ki bu değişikliklerin çoğunda hala yolun çok başındayım. Ara ara dönüp tekrardan kendime hatırlatmazsam kalıcı olmuyor. Kendime hedef koymak, liste insanı olmak (kısmen başardım gibi), multitasking’i unutmak bunlardan birkaçı. Mola vermek, molanın ardından ful kapasite ile işe geri dönebilmek üzerine hala çalışıyorum mesela 🙂 Fakat hala zamanı bir kutuya koymak konusunda başarılı değilim! İlginç olan şey ise, işimde, ders planlama ve müfredat planlama konusunda çok iyiyim. Genelde planladığım her şeyi planladığım gibi yapabiliyorum, fakat ders bitip de eve gittiğimde o düzeni kişisel hayatımda gösteremiyorum.

Beslenme ve sağlık üzerine de küçük değişikliklerimiz vardı. Örneğin bu yazıyı yazarken yeşil çay içiyorum 🙂 Halihazırda yapmakta olduğum sağlıklı yağlar tüketmek ve beyne iyi gelen besinleri günlük hayatıma katmak benim için değişik bir şey olmadı pek, ama hatırlatma açısından iyi oldu.

Benim için en büyük [küçük] değişiklikler, kesinlikle bilinçli farkındalık alanında oldu. Farkında oldukça, hayatım daha da anlamlanıyor, ve kendi bedenimin bile nasıl bir derya olduğunu fark ediyorum. Bir yandan da, ben ile evren arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu, ben-sen kavramlarının saydamlaşıp iç içe geçtiğini deneyimliyorum. Bu kitaptaki birçok konu belki de ben öyle gördüğüm için bilinçli farkındalık kategorisine giriyor olabilir, benim süzgecimden böyle geçti bu konular. Fakat bu bir yıllık sürecin sonunda, benim için bütün olarak en büyük değişimin, bakış açımın değişmesi olduğunu görüyorum.

52 küçük değişiklik özgüven kendine güven

Bu değişikliklerden bazıları, kararsızlığı yenmek, meditasyon yapmak (hala alışkanlık haline getirmeye çabalıyorum), içindeki eleştirmeni susturmak, kendini başkalarıyla karşılaştırmayı bırakıp kendi yolculuğuna odaklanmak, kendine güvenmek oldu. Bunların hepsi insanı çok güçlendiren ve göründüğünden daha zor olan değişiklikler.

Bazı haftalar da beni diğerlerinden daha çok düşündürdü. Örneğin niyet etmenin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. Geçmişinle barışmak üzerine hala düşünmekteyim, Seninle Başlamadı kitabını okuyorum şu sıralar. Hem kendi geçmişim, hem de ailemin geçmişi hakkında çok düşündürüyor.

Bu seriye başlamadan önce de her sene kendime bir kelime belirlerdim. 2017 senesi “yazmak” benim için çok önemliydi, 2018 senesi ise “yaşamak”. Bu senenin kelimesi ise “cesaret” oldu. 2019 yeni başlamış gibi gelse de 5 ay geçmiş, ve cesur ol mottosu bana çok iyi geliyor. Cesur olmak için gardını indirmek gerekiyor, korkularını anlamak, korksan da ilk adımı atmak, sezgilerine güvenmek gerekiyor… Kolay değil ve niyetli bir çaba gerektiriyor. Ama elimden geleni yapıyorum 🙂.

Bazı değişiklikler diğerleri kadar büyük bir etkiye sahip olmasa da, bu seriyi baştan aşağı uygulamak (birkaç haftayı değiştirerek) bana çok iyi geldi. İç disiplinimi geliştirmemi, kendimi biraz daha yakından tanımamı, dediğim gibi farklı bakış açıları kazanmamı, ve en önemlisi açık fikirli olmamı sağladı. Daha da açılmaya beni teşvik etti. Gelecekte de kendi yazdığım yazılara da sürekli döneceğimi ve kendimi bu alanlarda geliştirmeye devam edeceğimi biliyorum.

Umarım sizler de okurken zevk almışsınızdır. Hatta birkaçını benimle beraber hayata geçirebildiyseniz bana ne mutlu :).

Minimalist Günlüğü diğer mecralarda takip etmek isterseniz: 
YouTubeinstagramFacebook

Önyargılarda Minimalizm

Önyargılarımızda da minimalist olabilir miyiz?

Bu hafta başıma gelen küçük ama önemli bir olay bana şunu öğretti: Önyargılarımızdan kurtulmak için önyargımız olduğunu fark etmemiz gerekli!

Böyle söyleyince kolay gibi geliyor ama bu “uyanış”ı çoğu kişi yaşamıyor. Yani fark etmediğimiz için hiç önyargımız yok sanıyoruz.

Bu haftaki yazımda bir öğrencimi ve onunla kötü geçen bir dersimi anlatmıştım. Belki de dersin benim adıma kötü geçmesinin sebebinin benim bu tarz öğrencilere karşı olan önyargım olabileceğini yazmıştım.

O öğrencimle bugün yine buluştuk. Ben kendimi nötr tutmaya, ne pozitif ne de negatif bir yargıda bulunmamaya niyetlendim. Tek niyetim ona faydalı olabilmekti. Ders sonunda fark ettim ki, hiç de benim başta düşündüğüm gibi beni yargılamıyordu, söylediğim her şeyi can kulağıyla dinliyordu. Yargılamış olan bendim :). Bir dil okulunda küçük bir sınıfım olacağı için artık ona özel ders veremeyeceğimi söylediğimde çok üzüldü.

Ve sonra, tesadüf mü dersiniz, tevafuk mu, kız benim ders vereceğim okula sonraki dönem kayıt olmayı düşünüyormuş zaten 🙂. Brisbane’da o kadar çok dil okulu var ki, bu gerçekten güzel bir tesadüf, ya da “synchronicity” 🌸 oldu. Benim orada olacağımı duyduğunda da çok sevindi. Eğer kayıt olursa öğretmeni yine ben olacağım.

Bu kız hakkındaki önyargılarımı objektif düşüncelerimden ayırabilmek bana uygulamalı olarak yine ve yeniden gösterdi ki, yalnızca fark etmek bile şifalandırıyor. En büyük öğrenme, kitaplardan, başkalarından değil, kendi içimizden gelen öğrenme.

Diğer mecralarda Minimalist Günlüğü takip etmek isterseniz: 
YouTubeinstagramFacebook

52 Küçük Değişiklik 51. Hafta: Hislerini Fark Et

Bu haftanın küçük değişikliği, hislerimizi dinlemek ve fark etmek.

Bu haftanın konusu için ilham geçen ay kütüphanede rastlayıp okuduğum First Intelligence adlı kitaptan geldi. Kitapta Simone Wright sezginin ilk zekamız olduğunu, ve bedenimizin zekasının sadece beyinde sınırlı olmadığını anlatıyordu.

Wright’a göre zekamızın üç kaynağı var bedenimizde: beyin, bağırsaklar ve kalp. Bu üçünü doğru kullanıp sezgilerimizi dinleyebilirsek, o zaman dünyayla ve kendimizle daha barışık yaşayacağımızı anlatıyor. Okumaktan gerçekten zevk aldım. Hepimizin bedeni ve iç sesinin farklı konuştuğunu, ama kendimizi tanımamız yolunda bedensel sinyallerimizi iyi tanımanın çok gerekli olduğunu anlatıyor Wright.

İyi güzel, ama benim okuduğum çoğu şeyde yaptığım gibi, kitabı okurken uygulamayı yapıyor, ama bittikten sonra öğrendiklerimi hayata geçirmekte zorlanıyorum. First Intelligence’da da böyle oldu. Bedenimi dinlemeyi alışkanlık haline getirmek istiyorum, bu nedenle bu hafta, geçen hafta başladığım yoga ile de birlikte olarak, bedenimizi dinlemekten ve duygularımız ve bedensel hislerimiz ile ilgili farkındalığımızı geliştirmekten bahsetmek istiyorum.

Diğer yazılarımdan takip ettiyseniz hatırlıyorsunuzdur, Avustralya’ya geldiğimden beri (yaklaşık dört ay) henüz iş bulamadım. Bu arada özel ders veriyorum. Ve özel dersin ve öğrencilerle birebir iletişim kurmanın sınıfta ders vermekten çok daha zevkli olduğunu fark etmeye başladım. Derslerden sonra genelde moralim yükselmiş oluyor, öğrencilerimin hepsi çok iyi insanlar ve bana çok güzel geri dönütleri oluyor.

Fakat bugün farklı oldu. Bugün yeni tanıştığım bir öğrenci, beni sürekli sorgulamaya çalıştı. Ben de sanırım biraz savunma moduna geçtim. Normalde ben daha mütevazı taraf olurum ama öğrenci beni biraz kışkırtınca ben de yaptığım işin ehli olduğunu göstermeye çalıştım. Normalde işlediğim dersten farklı olarak doğal bir akış değil de, isteyen ve veren ilişkisi gibi geçti ders.

Ders çıkışında yürürken, geçen sene Singapur’dayken öğretmenlikten neden bunaldığımı, hatta neden kariyer değişikliği istediğimi hatırladım. Çünkü orada da dersten çıktığımda aynı şeyi hissediyordum! Dedim ki kendime, seni öğretmenlikten bezdiren mesleğin kendisi değil. Böyle hissettiren öğrenciler. Özetle, “parayı ben veriyorum, en iyi ben bilirim, benim istediğim gibi öğreteceksin” tavrında yaklaşan öğrenciler. Bedenimde ne hissettiğimi fark etmeye çalıştım. Kalbim sıkışıyor gibi oluyor, aklımda binlerce cevap, şöyle söyleseydin, böyle söyleseydin, ne gıcık bir kızdı, aynı şu eski öğrencime benziyor vs. Hem düşüncelerimi, hem de bu düşüncelerin bedenimde ne gibi duygu değişikliklerine yol açtığını fark etmeye çalıştım. Bir yandan da, kendime kızıyordum, senin kendine verdiğin değer bu kadar mı, takdir edilirsen harika hissediyorsun, sorgulanırsan yerin dibine batıyorsun diye. Bir de böyle hissettiğim için kendime yüklendim yani 🙂

Sonrasında ise aklıma Eckhart Tolle‘nin Şimdi’nin Gücü kitabında kadınlar ile ilgili okuduklarım geldi: Kadınların aydınlanmaya erkeklerden daha yakın olduğunu düşünüyordu. Çünkü hem hislerimizi fark ve kabul etmeye daha yatkınız (ben açıkçası fiziksel olarak farklı olduğumuzu düşünmüyorum ama kültürün erkekleri hislerinden uzaklaştırdığına katılıyorum) hem de adet gördüğümüz dönemde her ay yaşadığımız adet öncesi sendromu bizim için iyi bir araç olabilir. Biz genellikle adet öncesi ve sırası yaşadığımız duygu iniş çıkışlarını kavga ve ağlama ile, ağrımızı ile ağrı kesicilerle gideriyoruz. Fakat Tolle böyle zamanlarımızı farkındalık için kullanmamızı öneriyor. Acının ve duygu patlamalarının, yani bedenimizde olan bitenin yargısız bir gözlemcisi olursak, bu sürecin bizi çok daha hızlı bir şekilde aydınlanmaya getireceğini söylüyor.

Dersten dönerken düşündüm. Ben de zaten o malum dönemdeyim, belki de bu yüzden o öğrencime öyle bir tepki verdim. Belki de kızcağız benim düşündüğüm gibi bir niyete sahip değildi ama hem hormonlarım, hem de geçmiş tecrübem öğrencimi yanlış değerlendirmeme sebep oldu. Belki ders esnasında bu hislerin farkına varmış olsaydım, kendimi sıfırlayabilir ve daha içten olabilir, daha verimli olabilirdim.

Bu hafta duygu değişikliklerimi, bedenimdeki hisleri, yargılamadan yazmaya karar verdim. Tek fark etmenin bile ne kadar şifalandırıcı olduğunu biliyorum, bu yüzden sebeplerini bile düşünmeden, sade fark edip yazacağım. Sizi de kendinizi tanıma yolunda bir adım daha atmaya, duygularınızın farkında olmaya çağırıyorum bu hafta.

52 Küçük Değişiklik serisinin diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Minimalist Günlük’ün Facebook sayfasına buradan, instagram sayfasına ise buradan ulaşabilirsiniz. Youtube kanalım da burada.

Nedir Bu Kapsül Gardırop? Kapsül Gardırop Kullanan Ünlüler [Video]

Bu haftanın videosunda kapsül gardırobun ne olduğunu ve kapsül gardırop kullanan ünlü ve başarılı insanları anlattım.

Bazen zengin olmak fazla eşyaya ya da geniş bir gardıroba sahip olmakla eşleştiriliyor ama bunu çürüten ünlüler de var 🙂

Bu arada araştırırken maalesef ülkemizden bir örneğe rastlayamadım. Olur a kapsül gardırobu olan bir ünlümüz varsa bana da haber edin 🙂

Kapsül gardırop ilginizi çektiyse ve daha derinlemesine öğrenmek istiyorsanız sizi bu yazıya alalım: Neden sizin de bir kapsül gardırobunuz olmalı?


52 Küçük Değişiklik 50. Hafta: Yoga

Artık yavaş yavaş 52 Küçük Değişiklik serisinin sonuna gelirken bu hafta uzun zamandır yapmak istediğim bir değişikliğe yer vereceğim: Yoga 🙂

Biliyorsunuz bu yazı dizisinin ilham kaynağı 52 Small Changes for the Mind kitabı idi. Bu haftaki değişiklik kitaptan değil, içimden geldi ☺️ Kitaptaki değişiklik, iyi arkadaşlıklar kurmaktı, fakat bu zaten daha önce yazdığım 52 Küçük Değişiklik 34. Hafta: Anlamlı Diyaloglar Kur haftasına çok benziyordu. Böylece ben de uzun zamandır (kendime inanamıyorum gerçekten, ilk yoga dersime katılalı 10 yıl olmuş!) uğraştığım ama hiçbir zaman alışkanlık haline getiremediğim bir uğraş. Meditasyonda olduğu gibi yogada da, o an yaparken çok keyif alıyorum ama sonrasında devam etmeye üşeniyorum, bahaneler türetiyorum. 7 Mayıs 2019, yogaya gerçek anlamıyla başladığım gün olsun bakalım. Zaten annem de 7 Mayıs 2019 çok özel diyordu (şu videodan mütevellit), benim için de böyle bir anlamı olsun. Akshaya Tritiya denen bu özel günde başlanan işler çok uzun soluklu ve hayırlı olurmuş.

Şimdi bir de şöyle bir durum var. Kendime dış bir sorumluluk yükleyince motivasyonum daha çok oluyor. Mesela belki bu yazı dizisini bitirme sorumluluğu hissetmeseydim bloga bu kadar düzenli yazmayacaktım. Sosyal medya ve internetin böyle bir güzelliği var işte, zararları olduğu kadar böyle faydaları da var.

Bir başka dış sorumluluk ise bu amaç için yatırım yapmak oluyor. Mesela internette dolu yoga videosu var, hatta zaman zaman Brisbane’da bedava yoga seansları da oluyor, ama bir iki defadan sonra devamlılık sağlayamıyorum. Bulunduğum mahalledeki bir yoga stüdyosuna yazılmayı hedefliyorum.

Bu hafta siz de yeni bir beceri edinmek için ilk adımı atacak olsanız, ne olurdu? Halihazırda yoga yapıyorsanız, süreklilik için tavsiyeleriniz neler?

52 Küçük Değişiklik serisinin diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Minimalist Günlük’ün Facebook sayfasına buradan, instagram sayfasına ise buradan ulaşabilirsiniz. Youtube kanalım da burada.