Bedenine İyi Bak

52 Küçük Değişiklik serisinde hep zihin sağlığımıza iyi gelen değişikliklerden bahsettik, ama bu sefer beden sağlığımıza da değinmek istiyorum. Çünkü aslında bu alanda günlük rutinimizde yapacağımız küçük değişikliklerin ileride bizim için çok fayda sağlayacağını düşünüyorum.

Aslında sağlıklı beslenme, kan değerlerimizi düzenli olarak kontrol ettirme gibi alışkanlıklar da çok önemli, ama bugün benim için önemli olan iki alışkanlıktan bahsetmek istiyorum.

Birincisi ağız bakımımızla ilgili. Benim küçüklüğümden beri hep diş çürükleri ile sorunum oldu. Fakat son bir seneye kadar hiçbir doktorum bana ağız bakımı ile ilgili tavsiye vermedi. Sadece fırçalamaktan bahsettiler, ki diş fırçalamayı hiç aksatmam. Fakat Türkiye’de diş hekimlerinin yaptığı işi Avustralya’da iki farklı kişi yapıyor, biri diş hekimi, diğeri de dental hygienist ya da diş hijyenisti. Diş hijyenisti size dolgu, kanal tedavisi gibi işlemler yapamıyor, ama diş temizliği, diş eti hastalıkları tedavisi yapabiliyor ve size uygun bir ağız bakımı rutini öneriyor. Ben böylece ilk defa “çürüğe meyilli” bir ağza sahip olduğumu ve bunun için özel bakım yapmam gerektiğini öğrendim. Bunun büyük sebebi ağzımda bakteri çoğalması için daha iyi bir ortam bulunması. Peki bunu engellemek için ne yapmak lazım? Diş ipi ve antibakteriyel gargara. Hele de dişlerimin arası çok sık olduğu için diş fırçası araya giren yemek parçalarını temizlemede yetersiz kalıyor. Bunu bana Türkiye’de gittiğim ondan fazla doktorun söylemeyip, 32 yaşımda öğrenmem sanırım benim için biraz talihsiz oldu, ama zararın neresinden dönersek kardır diyelim. O yüzden sizi de bu konuda uyarmak istedim. Ağız sağlığımız çok çok önemli. Diş fırçalamanın yanı sıra buna bir de diş ipi eklersek, özellikle bu salgın döneminde, diş hekimine gitmenin zor olduğu bir dönemde, kendimize büyük bir iyilik yapmış oluruz. Diş ipi yapmak hem ucuz, hem de günde sadece 1 dakikanızı alıyor. Fakat sağladığı fayda hem maddi, hem de sağlıksal.

İkinci tavsiyem ise düzenli olarak güneş kremi kullanmak ve güneşten korunmak. Ergenlik döneminde akneden çok çekmiş biri olarak, ki hala akne sorunum tam çözülmüş değil; güneşten korunmanın önemini de geç farkettim. Bizim için güneş kremi sadece tatilde sürülecek bir şeydi ve senede bir kere alınırdı. Ben ancak 25 yaşımdan sonra günlük olarak güneş kremi kullanmayı bir alışkanlık haline getirdim ve bu gerçekten cildime büyük fayda sağladı. Özellikle de akneye, egzamaya ya da benzer bir cilt hastalığına karşı bir tedavi görüyorsanız cildiniz güneşten zarar görmeye çok müsait oluyor. Bu yüzden yaz-kış güneş kremi sürmeyi ihmal etmemek gerekiyor. Artık güneş kremi sektörü çok geliştiği için çok fazla seçenek var, yani eskisi gibi yapış yapış olan kremlerden almak zorunda da değilsiniz.

Güneş kremi aynı zamanda yaşlanma etkilerine karşı en iyi koruyucu. Yani artık dermotologlar anti-aging kremlerine yüzlerce lira ödemektense yılın her günü güneş koruyucu kremler sürmeyi tavsiye ediyorlar. Güneşten bize ulaşan iki UV ışını var, UVA ve UVB. İngilizcesi tesadüf mü bilemiyorum ama, UVA aging (yaşlanma), UVB ise burning (yanma) olarak geçiyor basit bir tanım ile. Yanmamıza sebep olan UVB ışını aynı zamanda cilt kanserinin de büyük bir tetikleyicisi. Bu yüzden de yüzümüze her gün güneş kremi sürmenin yanı sıra eğer 20 dakikadan fazla dışarıda kalacaksak kollarımızı, bacaklarımızı, özellikle ense ve kulaklarımızı da ihmal etmemek gerek. Benim cildim çok hassas olduğu için zaten küçüklüğümden beri tatillerde yanmamak için özen gösteririm, ama biliyorum ki birçok insan bronz cildi seviyor. Maalesef cildimiz adına vereceğimiz kötü kararlardan biri. Estetik bir kaygı uğruna sağlığımızla ilgili kötü bir karar vermiş oluyoruz.

Bunu söylemişken, estetik ya da sosyal kaygılar uğruna, ya da zevk uğruna beden sağlığımızı riske atabilecek kararlar vermeye karşıyım, ama yine de herkesin seçimleri için saygım sonsuz. Amacım sadece bu seçimleri yaparken bilgi sahibi olarak yapmanız. Örneğin belki 15 yaşında güneşlenirken güneşin zararlı ışınlarının farkında değildiniz. Ama şimdi farkındasınız.

Sizin beden sağlığımızı iyileştirebilecek, küçük bir değişiklikle hayatımıza katabileceğimiz önerileriniz var mı?

Satın almak yerine üye olmak bizi nasıl etkiliyor?

Bu uzun zamandır aklıma takılan bir mesele. Hele de evlerde bu kadar çok zaman geçirirken. Eskiden Microsoft Office ürünlerini ya da başka programları örneğin, bir kere bilgisayarımızı alırken satın alır ve bir daha para ödemezdik. App Store ve Android Marketteki uygulamalar için de durum böyleydi. Ya da bir filmi, kitabı, müzik albümünü satın almaktan başka çaremiz yoktu. Bu nedenle de daha az içeriğe sahiptik ama onları tekrar ede ede daha çok sindiriyor ve benimsiyorduk. Fakat şimdiki kültürümüz içerik ve yazılımlardan aylık üyeliklerle faydalanmaya doğru evrildi.

Bunun faydaları da var kanımca, zararları da. Bir yandan bir Netflix üyesi olduğunda tüm veritabanı sana açık oluyor. Ayrıca elinizde fiziksel bir ürün bulunmuyor, örneğin bir CD. Bunun güzel yanı bir minimalist için çok fazla eşya biriktirmemek.

Ama bir yandan da üyelik için para verip de kullanmazsan kendini suçlu hissediyorsun. Ya da belki sadece boş zamanı doldurmak için başka bir aktivite yerine para verdiğin platformlardan bir şey seyretmek istiyorsun. İçerik bitmiyor da. Aynı zamanda dikkat edilmezse bütçemize de epey zarar verebiliyor.

İyi yönlerini görsem de içimden bir ses bu üyelik furyasının uzun vadede çok da iyi bir şey olmadığını, üretilen entelektüel mirasın daha hızlı tüketilebilir olduğunu söylüyor bana. Siz ne dersiniz?

Minimalizm Savurganlık Mı?

Minimalizme ilk başlandığında, çoğu kişi bir “arınma”ya gidiyor ve bu da çevresi tarafından bir savurganlık gibi algılanabiliyor. Hatta son videomun altında yapılan yorumlarda, fakir insanların zaten minimalist olma zorunluluğu, zenginlerin ise minimalizmi benimsemesinin bir şımarıklık olduğunu söyledi bir takipçim:

Bu konu üzerine gerçekten konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Bence minimalizmle yapılan en büyük hatalardan biri minimalizme azaltarak başlamak. Hele de azaltırken tam olarak ne yapacağını bilmediğimiz eşyaları çöpe atmak aslında büyük bir savurganlık olabiliyor tabii ki. Fakat minimalizmle tanıştıktan sonra aylarca, belki bir yıl hiç azaltma yapmamayı tavsiye ediyorum ben. Çünkü o dönemde ilk olarak yapılması gereken iki şey var. Hatta bunları da bir video serisi olarak anlatmıştım, izlemek isterseniz aşağıda paylaşıyorum:

1-Alışveriş Alışkanlıklarımızı, Zayıf Noktalarımızı, Gereksiz Yere Para ve Zaman Harcadığımız Kalemleri Tespit Etmek.


2- Belirli Kalemlerde Alışveriş Orucu Yapmak.

Bu ikisi yapılmadan başlanan azaltma süreci bence gerçekten de savurganlığa dönebilir. Çünkü attığımız ürüne daha sonradan ihtiyacımız olduğunu düşünüp yenisini almak zorunda kalabiliriz. Ya da alışveriş bağımlılığını çözmediğimiz için bir ay gardırobumuzu boşaltırız, öteki ay yeniden doldururuz. Ki böyle insanlar da çook fazla var biliyorum. Özellikle modaya uygun alışveriş yapanlarda iki eğilim oluyor, ya eski sezon kıyafetlerini atmak (belki bağışlamak, ama her yıl onlarca kıyafet bağışlamak da insanın içini rahatlatmamalı), ya da istif yapmak. İkisi de eşit derecede tehlikeli diye düşünüyorum.

Bir de bunun ev tasarım versiyonu var, ki o da içler acısı. “Ben minimalist oldum” diye evindeki mobilyayı daha minimalist görünümlü mobilyayla değiştirenler. Bu da bence tam bir savurganlık ve yaşam tarzı olan minimalizmle uzaktan yakından alakası yok. Bu sadece estetik açıdan minimalizmle bağdaştırılabilir, ki benim amacım çoğunlukla bu değil.

Benim minimalizme dönme amacım, elimdeki eşyaların kıymetini bilmek, ve artık bana hizmet etmeyen eşyalardan ne zaman kurtulacağımı bilmek. Bunu yaparken de mümkün olduğunca eşyalarımı satmaya çalışıyorum (%70 başarabiliyorum). Kalan %30’unu ancak ileri dönüşüm, olmazsa bağış, o da artık olmazsa geri dönüşüm kutusu veya çöpe gidiyor mecburen. Ama bunun olmaması için çabalıyorum. Hal böyle olunca da bir insanın minimalizmi nasıl savurganlık olarak değerlendirdiğini anlamak güç. Eğer minimalist bir yaşama geçerken savurganlık olarak düşünülebilecek şeyler yapıyorsanız düşünün: Bu eşyayı gerçekten atmak gerekli mi? Atmak yerine nasıl değerlendirebilirim? Satabilir miyim? Faydalanacak birine verebilir miyim? Başka bir şeye dönüştürüp ya da tamir edip seveceğim bir nesneye çevirebilir miyim? Atmadan önce yapacak çok fazla şey var.

Zenginlik konusuna gelince, onu da videoda anlatayım 🙂 Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum.

Alışkanlık Takibi (Habit Tracking)

2020 yılında alışkanlıklarımı defterimde takip etmeye başlamıştım, ve Eylül ayına kadar da epey iyi gitmişti. O ara ne oldu bilmiyorum ama alışkanlık takibini bıraktığım andan itibaren edinmek istediğim alışkanlıklarım da sekteye uğradı.

Geçen sene Haziran ayında yaptığım alışkanlık takibi sayfası.

Yeni yılı da fırsat bilerek bu sene yeniden alışkanlık takibini denemeye karar verdim. Hedeflerimi de, daha basit olması açısından geçen senekilerle aynı tuttum: Egzersiz, beslenmemi kaydetme/takip etme, meditasyon, Almanca, diksiyon. Her gün en azından bir on dakika bile olsa bu alışkanlıklara zaman ayırmak ve kendimi geliştirmek istiyorum. Aynı zamanda aldığım takviye ve vitaminleri de takip etmek benim için çok iyi oluyor. Çünkü en son kontrole gittiğimde D vitamini ve demirim düşük çıktığı için bu takviyeleri her gün almak durumundayım, fakat unuttuğum günler çok oluyor. Sizin de devamlı kullanmak zorunda olduğunuz ilaç ya da takviye varsa yazarak takip etmenizi öneririm. Videoda da değişik kaydetme biçimlerinden bahsettim.

Ben kendimden biliyorum ki takip ettiğimiz alışkanlıklar daha iyi oturuyor. Oturmasa da takip etmeye devam ediyoruz. Bu bize küçük bir motivasyon gibi oluyor ve bazen sırf deftere o işareti koymak için bir on dakikamızı ayırarak bunu yapmaya gayret ediyoruz. Bu yüzden ister defterde, ister elektronik olsun, edinmek istediğiniz alışkanlıkların takibini yapmayı deneyin 🙂

52 Küçük Değişiklik 33. Hafta: Beynin İçin Beslen

minimalist günlük.

Bu haftanın küçük değişikliği, en sevdiklerimden.

Beynin için beslen!

Beyne iyi gelen yiyeceklerin hepsinin dünyanın en lezzetli yiyecekleri olması süper değil mi?

52 Küçük format Copy

Öncelikle, “berry” grubu. Yabanmersini, çilek, karadut, kuş üzümü… Her gün yesem bıkmam. Kırmızıdan mora çalan renkleri antioksidanların göstergesi, ayrıca C vitamini, polifenol ve flavinol barındırıyorlar. Bunlar ne anlama geliyor, diyorsanız,  zihnimizin tıkır tıkır işlemesini sağlıyor, yaşlandığımızda bunama riskini azaltıyorlarmış. Denemesi bedava değil, genelde bu arkadaşlar pahalı oluyor ama, en azından çok lezzetliler. 🙂

İkinci beyin dostu ev sevdiğim, hatta tuzlu tuzlu rüyama bile giren domates. Singapur’da domatesler çok yavan. Aydın’ın domateslerini çok özlüyorum. Hatta Aydın’da geçirdiğim bir seneyi anarken bile “on iki ay mükemmel domates yediğim tek yer” diye anıyorum! Neyse, benim domatesle olan duygusal bağımı bir kenara bırakırsak, içerisinde bulunan likopen, folat ve magnezyum serbest radikallerle savaştığı gibi, modu da yükseltiyor ve depresyonu önlüyormuş. Daha da bir sevdim, artık aramızı kimse açamaz!

Domatesle ilgili…

View original post 330 more words

52 Küçük Değişiklik 28. Hafta: Kendini Ödüllendir

minimalist günlük.

Bazen çok çalışıyor, çalışıyor, çalışıyoruz. Ama kimsenin umrunda bile olmuyor.

Özellikle kadınlar, bir yandan çalışıp, bir yandan çocuk büyütüp, bir yandan evin alışverişini, bütçesini, ev işini, yemeğini hallediyoruz. Nasıl insanüstü bir şey yaptığımızın farkında mıyız acaba? Ve ne kadar takdir alıyoruz işyerindeki müdürümüzden, eşimizden, çocuklarımızdan? Çocuklarının veli toplantılarına, birkaç etkinliğine arka arkaya izin aldı diye kovulan bir üst düzey yönetici tanıyorum ben mesela, ki kadın iş yükünün altında boğulduğu için zaten eve geç geliyor, evde de çalışıyor, çocuklarını az görüyordu. Bir takdiri bırak kadını işten çıkardılar. (Burada feministliğim tutmaya başladı ama konu bu olmadığı için sadede geliyorum 🙂 )

En önemlisi kendimizden hiç takdir almıyoruz. Çoğu kişi zaten bizim yaptıklarımızdan habersiz, kendi dramasında boğuluyor. İşin kötüsü biz de kendimizin farkında değiliz. Kendimizi küçümsüyor, değersiz görüyoruz. Aslında kendimize biraz daha değer vermeye, başardıklarımızı takdir etmeye, kendimizi ödüllendirmeye başlasak, bunu diğerlerinde yapmak da kolaylaşacak, ve dünya daha güzel bir yer olacak.

52…

View original post 399 more words

Hassas Olmayan Bir Dünyada Aşırı Hassas Olmak [Kitap İncelemesi]

“You have to fill your own cup first, you can’t pour from an empty cup”

Önce kendini kabını doldur, boş kaptan bir şey dökemezsin deniyor (Türkçesi biraz komik oldu ama anladınız siz onu, çeviride çok kötüyüm 😄). Yani eğer kendine hizmet etmezsen, kendine bakmazsan, başkalarına bakacak halin olmaz. Aşırı hassas insanların da bazen kapları çok çabuk boşalıyor, eğer fark edip kendilerine vakit ayırmazlarsa bir işkenceye dönebiliyor hayat.


Son YouTube videomda Ilse Sand’ın “Sevmeye Kendinden Başla” kitabını anlattım. Kitabın İngilizcesi “Highly Sensitive People in an Insensitive World”. Çevirmen kitabın adını benden de kötü çevirmiş, çünkü hassas insanlarla ilgili Türkçe kitap arayıp bulamayıp İngilizce okumuştum, videoyu çekerken bir daha bakayım dedim, bu şekilde çevirmişler bu kitabı.


Aşırı hassas bir insan olduğunuza ya da yakın çevrenizde hassas biri olduğuna inanıyorsanız videoyu izlemenizi (link profilde) ve kitabı okumanızı tavsiye ederim. Her şeyin göründüğü gibi olmadığını bize anlatan şeylerden biri bu olgu 🙂

52 Küçük Değişiklik 20. Hafta: Susma!

minimalist günlük.

Bu haftanın küçük değişikliği, geçen haftanınkinin tam tersi: Geçen hafta sessizliği aramıştık, bu hafta ise sessiz kalmamaya çalışacağız.

Geçen hafta benim ufkumu açan bir hafta oldu. Sessizliği kabullenmek sandığım kadar kolay değildi. Eckhart Tolle’nin dediği gibi gürültünün içinde de sessizliği ve durgunluğu duymaya çalıştım. Singapur’da yaşamayı ne kadar sevsem de alışamadığım bir yönü gürültü. Ankara’da, hem oturduğum mahalle , hem çalıştığım kampus ne kadar sessiz – ve bu bakımdan huzurluymuş – meğer. Burada evimiz tren yolunun yakınında, iş yerim de şehrin göbeğinde olduğu için sürekli bir gürültü var. Ve ilginçtir ki mesela ders ve sınav saatlerinde bile koridorda süpürge çalıştırmakta sakınca görmüyorlar. Bizde ÖSS günleri deliren velileri düşünüyorum da… Çok farklıyız. 🙂

Bu hafta, 52 Small Changes For The Mind kitabının yazarı Blumenthal bize düşündüklerimizi söylemede geç kalmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Yani dış ve iç dünyamızda ne kadar sessizliği arasak da, söylememiz gereken bir şey olduğunda sessiz kalmamalıyız. Rahmetli dedemin çok…

View original post 458 more words

52 Küçük Değişiklik 19. Hafta: Sessizlik

minimalist günlük.

Sessizlik bazılarımız için korkutucu. Benim için uzun bir süre öyle oldu.

Babaannem ve dedemin alt katta, bizim üst katta yaşadığımız bir evde büyüdüm. Ben sekiz yaşındayken dedem vefat etti, ben de babaannem yalnız kalmasın diye alt katta uyumaya başladım. Ama babaannem tam bir gece kuşuydu. Hep onun bulaşık yıkama sesiyle uyuduğumu hatırlıyorum. Ya da televizyonu on beş dakikaya kurar, onun sesiyle uykuya dalardım.

Üniversitede bile bu sesle uyuma alışkanlığı bende değişmedi. Yurt odasında sürekli bir gürültü olduğu için, kulağımda müzikle uyumak alışkanlık haline geldi. CD çalarda dinlediğimden, albüm bitince kendi kendine kapanırdı. Ben bunun benim bilinçaltıma ve zihnime yaptığı zarardan bihaberdim. Sessizliğin ve gürültünün zihne yaptığı etkiler üzerine birçok çalışma yapılmış. Beni en çok etkileyeni Münih’te yapılan çalışma oldu. Münih Havaalanının yerini değiştirirken, hem eski hem de yeni yerdeki okullarda çalışmalar yapmışlar. Taşınma tamamen bittiğinde, havaalanının eski bulunduğu yerdeki okulda artık gürültü olmadığı için başarı oranları yükselmiş. Havaalanının yeni yerinde…

View original post 590 more words

52 Küçük Değişiklik 16. Hafta: Hareket Et!

minimalist günlük.

Dış gündem maalesef bizi bazen olması gerektiğinden daha çok meşgul ediyor (dış gündem diye bahsettiğim bizim kişisel ajendamızın dışında gelişen şeyler). O zaman şikayet edip, ahlanıp vahlanıp, bugünü kaybedeceğimize, olanları kabullenip önümüze bakmak en doğrusu.

Bu haftanın küçük değişikliği hayatımıza hareketi katmak. Spor, aynı sağlıklı beslenme gibi, faydalı olduğunu bildiğimiz ama her seferinde çok üşendiğimiz bir şey.

Belki de kendimize çok büyük hedefler koyduğumuz için, ya da fotoğraflarda, videolarda gördüğümüz bedenlere asla ulaşamayacağımızı düşündüğümüzden erteliyoruz hep spor yapmayı. Ben 20 yaşına gelene kadar spordan nefret ettim. İlkokul- ortaokul- lisede tek dört gelen dersim beden eğitimi’ydi, büyük ihtimalle ilkokul öğretmenimin yarattığı travmadan. Beden eğitimi dersinde bizi serbest bırakırdı, herkes yakartop oynamak isterdi, ama ben kimseyi vuramadığım için hep sonuncu olur, ya da ortada olursam ilk vurulan olurdum. Bazen de oynamaktan nefret ettiğim için bile bile vurulurdum. Bu 7. sınıfa kadar sürdü, ama sonrasında da asker yürüyüşü, turnike basket atışı, ters takla…

View original post 458 more words

52 Küçük Değişiklik 14. Hafta: İçindeki Eleştirmeni Sustur

minimalist günlük.

“Eğer iç sesin sana, ressam değilsin, diyorsa, nasıl olursa olsun resim yap, çocuk, o ses susacaktır.” Vincent Van Gogh

Sizin de içinizde hiç susmayan bu sesin benzerinden var mı? Ben, mesela, yazdıklarımı birine okuyana kadar yıllar geçti. 6 yıl boyunca anonim bir blogum vardı, ondan önce de öykülerimi, tabii çok kötü olduğunu düşünüp sonsuza dek sildiklerim hariç, şimdi kapanan bir sitede yayınlıyordum. Fakat bu blogda yazmaya başlayana dek, yakınlarım hariç kimseye yazı yazmakla ilgilendiğimi söyleyememiş, Facebook ve benzeri platformlardan yazdığım yazıları duyurmamıştım. Kendime yargılanmaktan korktuğumu söylüyordum. Ama asıl hissettiğim, hiçbir zaman yeterli olmama hissiydi. Yazdıklarımı paylaşmak için mükemmel olmaları gerekiyordu. Bu da beni hep bir adım geri atıyordu. Bir kişinin kötü yorumu, tüm hevesimi kaçıracakmış gibi hissediyordum.

Bu blog ile bu korkumu kısmen aştım. En azından yargılanma korkusu olmadan insanlara bir blogum olduğunu söyleyebiliyorum .Gerçi hâlâ biraz korkmuyor değilim, çünkü bazen anlattığım her şeyi ben mükemmel şekilde yapıyorum algısı uyandırmak…

View original post 236 more words

52 Küçük Değişiklik 6. Hafta: Multitasking’i Unut

minimalist günlük.

Bu haftanın küçük değişikliği, tek bir işe odaklanmak.

Multitasking ve monotasking kelimelerini tam olarak Türkçe’ye çevirmeye çalıştım, ama layığıyla yapamayınca vazgeçtim. Fakat kısaca açıklayayım: Özellikle bilgisayar ve otomatik sistemlerin hayatımıza girmesiyle ortaya çıkan bir kavram multitasking. Aynı anda birden fazla iş yapabilmek anlamına geliyor. Telefonda konuşurken yemek yapmak, ödev yaparken televizyon seyretmek, aynı anda internette on tane sayfanın açık olması buna örnek olarak gösterilebilir. Ben üniversitedeyken mesela çok sevdiğim Avrupa Yakası’nın yeni bölümlerini internetten takip ediyordum. Ama 3 saatlik diziyi izlemeye zamanım olmadığını düşündüğümden bir yandan ödev yapıyor bir yandan diziyi seyrediyordum. Bunu yaparken de kendimi çok zeki falan zannediyordum, hatta o yıllarda multitasking bize güzel bir şeymiş gibi öğretildi. Aynı anda tek bir işe odaklanmak sanki zaman kaybıydı.

Fakat şimdi anlıyorum ki multitasking zihnimizi yoruyor ve performansımızı düşürüyor. Odaklanmadığımız işi gerçekten sindirerek yapamıyoruz. Bir şeyler seyrederken yemek yediğimizde mesela, daha çok yemek yeme ihtimalimiz çok yüksek.

Egzersiz için de…

View original post 481 more words

52 Küçük Değişiklik: Önyargılarda Minimalist Ol

Bu haftanın yeni videosunda önyargılarımızda minimalizmden konuşmak istedim. Hayat kalitemizi yükseltecek ve bakış açımızı değiştirecek en güzel şeylerden biri önyargılarımızı azaltmak. Umarım bu haftadan başlayarak siz de bu küçük değişikliği hayatınıza katarsınız.

Bu konuda blogda daha önce yazdığım yazıları okumak isterseniz:

Önyargılarda Minimalizm

Polyanna Ol

Bu haftanın yeni videosu:

Siz hayatınızda bu küçük değişikliği nasıl uygulayabilirsiniz? Yorumlarınızı bekliyorum.

52 Küçük Değişiklik 10. Hafta: Yeşil Çayı Dene

minimalist günlük.

Son iki haftadır meditasyon ve kararsızlık gibi daha psikolojik değişikliklere yer verirken bu hafta daha “light” bir konuya değineceğim. 🙂

Bu haftanın konusu yeşil çay.

rawpixel-561412-unsplash.jpg

Yeşil çay, uzakdoğu kültürlerinde binlerce yıldır tüketilmekte olan bir içecek. Bitki türü olarak baktığımızda bizim siyah çayımızla aynı, sadece işlenme yöntemleri sebebiyle renkleri değişik. Siyah çay üretiminde oksidasyon işlemi uygulanıyor, ve hatta bu oksidasyonun ne derece özenle yapıldığı çayın kalitesini belirliyor (beni çay ve kahve hakkında konuşturmaya başlarsanız pişman olursunuz, zira bu konuda üniversitedeyken yazdığım akademik bir makalem bile var!).

Yeşil çay bu işleme maruz kalmadığından, çayın iyi özelliklerini daha fazla muhafaza ediyor. EGCG olarak bilinen polifenol örneğin, hipokampüs’teki nöron oluşumunu artırıyor.  Kafeinin başka bir türü olarak bilinen gallotanin ise inme ve diğer beyin hasarlarını önlemeye yardımcı. Japonya’da yapılan bir araştırmada, 70 yaş ve üstü katılımcılardan düzenli olarak yeşil çay içenlerin beyinsel işlevleri daha sağlıklıymış. Yeşil çayın stresi ve kaygıyı azalttığına dair çalışmalar da mevcut.

View original post 574 more words

Oto-pilot Modunda Yaşamak

minimalist günlük.

Hayatımızın çoğunu oto-pilot modunda yaşadığımızı fark ettiniz mi? Sabah kalktığında gerçekten yüzünü yıkayıp yıkamadığını hatırlayan kaç kişi vardır? Ya da işe/okula giderken nasıl yürüdüğünü/araba kullandığını/otobüse bindiğini hatırlayan? Eğer olumsuz bir tecrübeyle karşılaşmıyorsak günümüzün çoğunu otomatik modda yaşayabiliriz. Tek bir bilinç zerresi gerekmeden işe gidip gelebilir, insanlarla muhabbet edip haberleri izleyebilir, yemek yapıp bulaşıkları yıkayabiliriz. Bu bize insan zihninin bir armağanı. Sıfır farkındalıkla günler, aylar, yıllar geçer, ve biz yıllar sonra hayattan zevk almadığımızı, istediklerimizin gerçekleşmediğini, yavan, ot gibi bir yaşam geçirdiğimizi fark ederiz. Daha da kötüsü, yaşamımızın sonuna kadar bunu fark da etmeyebilirdik. Çoğu etmiyor. Bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmek yalnızca bir başlangıç. Ve çözüm noktası da çok uzakta değil.

En yakın ve kalıcı çözüm noktası anın farkında olmak. O an gerçekten neler olduğunu, neler olabileceğini, geçmişte ne olmuş olduğunu, gelecekteki olasılıkları değil, yalnız o anı düşünmek. Yaptığın nefes almaksa nefes almak, yemek yemekse yemek yemek, otobüs beklemekse o…

View original post 198 more words