Bu haftanın küçük değişikliği, en sevdiklerimden.
Beynin için beslen!
Beyne iyi gelen yiyeceklerin hepsinin dünyanın en lezzetli yiyecekleri olması süper değil mi?
Öncelikle, “berry” grubu. Yabanmersini, çilek, karadut, kuş üzümü… Her gün yesem bıkmam. Kırmızıdan mora çalan renkleri antioksidanların göstergesi, ayrıca C vitamini, polifenol ve flavinol barındırıyorlar. Bunlar ne anlama geliyor, diyorsanız, zihnimizin tıkır tıkır işlemesini sağlıyor, yaşlandığımızda bunama riskini azaltıyorlarmış. Denemesi bedava değil, genelde bu arkadaşlar pahalı oluyor ama, en azından çok lezzetliler. 🙂
İkinci beyin dostu ev sevdiğim, hatta tuzlu tuzlu rüyama bile giren domates. Singapur’da domatesler çok yavan. Aydın’ın domateslerini çok özlüyorum. Hatta Aydın’da geçirdiğim bir seneyi anarken bile “on iki ay mükemmel domates yediğim tek yer” diye anıyorum! Neyse, benim domatesle olan duygusal bağımı bir kenara bırakırsak, içerisinde bulunan likopen, folat ve magnezyum serbest radikallerle savaştığı gibi, modu da yükseltiyor ve depresyonu önlüyormuş. Daha da bir sevdim, artık aramızı kimse açamaz!
Domatesle ilgili bir diğer sevdiğim şey ise, berrylerin aksine -en azından mevsimindeysek- Türkiye’de her zaman ulaşılabilen ve uygun fiyatlı bir yiyecek olması. Sağlıklı beslenicez diye bütçeyi sarsmanın alemi yok.

Kahve ve kakao da antioksidan şampiyonu. Yalnız dikkat, şekerli ve kremalı olarak tükettiklerimizin faydadan çok zararı var.
Yeşil yapraklı sebzeler, ıspanak olsun, karalahana olsun, bunlar da beynin yaşlanmasını geciktiren lutein ve folat içeriyorlar. Fakat bu yapraklılar çok fazla tarım ilacı kullanılarak üretildiğinden, açıkçası sürekli tüketmekten korkuyorum. Hep organik tüketiyorsanız ne ala, değilse, çok aşırıya kaçmamanızı tavsiye ederim (aynı şey çilek için de geçerli).
Mutfağımızdan eksik etmememiz gereken diğer demirbaşlar da soğan, sarımsak ve pancar. Soğan ve sarımsak beyne giden kan akışını düzenliyor, pancar ise odaklanmaya yardımcı.
Soğan deyince hep aklıma 7 Numara dizisindeki Haydar geliyor. Zekasını hep soğana borçlu olduğunu söylerdi (Belki o repliği bulurum diye youtube’a girdim, iki bölüm 7 Numara izleyip çıktım. Yazı iki saat gecikti 🙂 ) Uzun lafın kısası, kokarım demeyin, sumaklayın götürün soğanı.
dipnot: soğanı doğradıktan sonra tuzla ovup sudan geçirirseniz hem daha az kokuyor, hem de gaz yapmıyor.

52 Küçük Değişiklik’te bu haftanın değişikliğini okuyunca bir yandan çok şanslı hissettim kendimi doğrusu, doğduğum verimli topraklardan dolayı. Kitapta yer alan neredeyse her yiyeceği biz zaten milletçe her gün tüketiyoruz. Özel bir çaba bile göstermemize gerek yok çoğu için. Biz kendimizi küçümsemeyi ne kadar sevsek de, Singapur’a gelince Türkiye’lilerin ne kadar pratik zekalı olduklarını fark ettim. Bizim bir günde yapacağımız iş burada günler sürebiliyor. Bilkent’te, ODTÜ’de çalışırken bir günde anlatıp geçtiğim konuları öğrencilerin anlaması haftalar alıyor. Amerika’da olan “zeki Asyalı” tiplemesi burada hiç yok. Türkçe de Çince de İngilizce’ye çok uzak diller, ama bizimkiler hem yabancı dili, hem de diğer konuları buradaki bebelerden çok daha hızlı öğreniyor. Belki de güzel beslendiğimizdendir, soğanı ihmal etmeyelim 🙂 Eğer şimdiye kadar bu besinlerden birine mesafeliyseniz, bu hafta birine şans verin.
52 Küçük Değişiklik serisinin diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.
Minimalist Günlük’ün Facebook sayfasına buradan, instagram sayfasına ise buradan ulaşabilirsiniz.
Reblogged this on minimalist günlük..
LikeLiked by 1 person